Prof.Dr. Hamdi Hasan Hoca’yla bir araya gelmek, bizim için de adeta bir nasip meselesi oldu. Onunla yapılacak her sohbetin kıymetli olduğunun farkındaydık; bu yüzden bu özel buluşmayı en özgün haliyle, kelimelere hakkını vererek siz değerli okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.

17 Ekim 1945 tarihinde Gostivar’ın Aşağı Banisa köyünde doğan Prof. Dr. Hamdi Hasan, hayatını ilme, kültüre ve halk edebiyatına adamış önemli bir akademisyendir. Belgrad Üniversitesi Filoloji Fakültesi’nde Doğu Dilleri Bölümü’nü bitirdikten sonra, 1969’da öğretmenlik kariyerine Gostivar’daki “Pançe Poposki” Lisesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak başlamıştır. Eğitiminin ve akademik yolculuğunun devamında 1973-74 yıllarında Gostivar Belediyesi’nde Türkçe eğitimi üzerine danışmanlık yaparak yerel dil politikalarına katkı sağlamıştır. 1975 yılında Üsküp’teki “Kliment Ohridski” Pedagoji Akademisi’nde Türk Edebiyatı dersleri vermeye başlamış, 1976’da ise Üsküp “Kiril ve Metodiy” Üniversitesi Filoloji Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde görev alarak Balkanlar’daki Türkoloji çalışmalarına önemli bir katkı sunmuştur. 1980 yılında daimi kadroya alınan Hasan, yüksek lisans ve doktora çalışmalarıyla akademik kariyerini pekiştirmiştir. Belgrad Üniversitesi’nde “Yugoslavya’daki Türk Halkının 1965–1976 Yılları Arasında ‘Sesler’ Dergisinde Yayımlanan Halk Edebiyatı Üzerine İnceleme” başlıklı teziyle yüksek lisans, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde ise “Türkçe Yazmalarda Türküler” adlı çalışmasıyla doktor ünvanı almıştır. 1989 yılında profesörlük ünvanını kazanmış ve Türk Halk Edebiyatı profesörü olarak eğitim hayatına devam etmiştir. Halk Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı ve Osmanlıca gibi alanlarda uzun yıllar dersler vermiş, yüksek lisans düzeyinde eğitimlerine devam etmiştir. Akademik kariyerindeki bilgiye olan tutku, zaman ve mekânın ötesinde şekillenmiş ve pek çok öğrenciye ışık tutmuştur.

Hayatınızda zor dönemlerden geçtiğinizi biliyoruz. Bu zorluklarla nasıl başa çıktınız, hocam?
Ben, yetim olarak büyüdüm. Küçük yaşlarımda hayatın zorlukları ve acılarıyla bizzat yüz yüze geldim. O dönemde, hikâyelerle değil, gerçeklerin içindeydim; acı ve haksızlıklarla karşılaştım. Ama hiçbir zaman yılmadım, direndim. Bu, Allah’ın bir emridir: Sabretmek, direnmek ve yolunu şaşırmamaktır. Hayat, her zorluğuna rağmen insana büyüklüğünü ve direncini gösterir.

Bu mücadele, hayatınızın temel taşı haline gelmiş gibi görünüyor. Katılıyor musunuz hocam?
Evet, tam olarak öyle. Hayata böyle başladık. Burada, Balkanlar’da Türkçe eğitimi 1951 yılında başladı, hem burada hem de Kosova’da. Ondan önce insanlar, başka dillerde eğitim almak zorunda kalıyordu. O dönemde, Türkler dillerini büyük ölçüde kaybetme tehlikesindeydi. Gerçekten çok zor bir dönemdi, büyük zorluklarla doluydu.

Hocam, Abdülhakim Hikmet Doğan’ın eserleri üzerine yaptığınız çalışmalara değindiniz. O dönemde bu belgeleri nasıl bulduğunuzu ve katılımcılara nasıl sunduğunuzu anlatır mısınız?
Evet, tam olarak öyle oldu. Camilerdeki eski kitaplar arasında Abdülhakim Hikmet’in eserlerini keşfettik. Bir noktada, yazar kendisiyle ilgili bilgiler verirken, eski yazıyı kimse anlayamıyordu. Bu yüzden yazıyı not aldım, fotokopi çektim ve Mehmet Zeki İbrahimgil’e verdim. “Şimdi bir kamera alacaksınız, bu kitapları duvarda büyüteceğiz,” dedim. Çünkü kongredeki herkes eski yazıyı okuyabiliyordu. Katılımcılar, Türkiye, Bosna, Arnavutluk ve diğer bölgelerden gelmişti. O belgeleri orada sergileyip, “Okuyun, ne yazıyor burada?” diye sordum. Amacım, katılımcıların kendi bakış açılarını ve Abdülhakim Hikmet’in milliyetine dair düşüncelerini öğrenmekti. “Ben ne söylesem boş, sizler ne söylerseniz boş, ama bu belgeleri görünce hep birlikte anlayacağız,” dedim. Sonra Mehmet’e, “Aç, yapıştır, bakalım ne diyorlar?” dedim. Sonuçta, herkes eski yazıyı okuyarak, kendi perspektifinden değerlendirme yapıp konuyu çok daha derinlemesine anladılar. Bu tarz çalışmalar, hem kültürel hem de tarihî açıdan son derece önemli, çünkü insanlara kendi milliyetlerinden bakarak daha geniş bir perspektif kazandırıyor.

Hocam, bilim insanları ne kadar araştırma yaparsa yapsın, Türkçenin dünyanın en eski dillerinden biri olduğu gerçeğini değiştiremiyorlar. Siz ne dersiniz?
Elbette, bu tespit doğrudur. Bilim insanları, Türkçenin gerçek tarihini ve ne denli eski bir geçmişe dayandığını, farklı dillerle kıyaslayarak daha iyi kavrayabilmektedir. Günümüzde artık konuşulmayan en eski diller arasında Hatti, Hititçe ve Sümerce öne çıkmaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var: Bu dillerin kendisi artık hayatta değildir. Ne Hittitler ne de Sümerler günümüze ulaşabilmiştir. Fakat, bu medeniyetlere ait çamur tabletleri gibi yazılı belgeler sayesinde, dilin izlerine ulaşabilmekteyiz.

Peki, o eski yazılı belgelerde Türkçe kelimeler de yer almakta, değil mi?
Kesinlikle, bu çok önemli bir tespit! O antik çamur tabletlerinin içinde, açıkça Türkçe kökenli kelimelere rastlanmıştır. Bu durum, Türkçenin, Sümerler’in yaşadığı dönemde dahi var olduğunu ve onlarla etkileşimde bulunmuş olduğunu gösteriyor. Dil, hiçbir zaman durağan bir yapı değildir; etrafındaki diğer dillerle sürekli bir alışveriş içerisindedir. Bugün biz Batı dillerinden kelimeler alıyorsak, geçmişte de başka medeniyetler Türkçeden kelimeler almış, bu etkileşim kültürel bir zenginlik yaratmıştır.

Yani, bu kelime izleri Türkçenin çok daha eski bir geçmişe sahip olduğunu mu kanıtlıyor?
Kesinlikle. Bu kelimelerin izlerini süren araştırmacılar, sadece Türkçenin ne denli eski bir dil olduğunu ortaya koymakla kalmadılar, aynı zamanda Türklerin ilk ana yurdunun neresi olduğunu da keşfetmiş oldular. İlginçtir ki, tüm bu bilimsel bulguların ışığında, Türklerin ilk anayurdunun Anadolu olduğu görüşü giderek daha fazla kabul görmeye başladı. Bu, tarihsel ve dilsel izlerin Türklerin kökenleri hakkında sunduğu en güçlü kanıtlardan biridir.

Peki hocam, bu araştırmalar hâlâ devam ediyor mu?
Elbette devam ediyor, ancak asıl önemli nokta şu: Bu konular artık yalnızca araştırma aşamasında değil, ispat düzeyine gelmiş durumda. Uluslararası kongrelerde sunulmuş, bilim insanları tarafından kabul edilmiş ve yayımlanmış olan bulgular söz konusu. Bu noktada, tartışılacak bir şey yok. Artık bu gerçeklerin inkâr edilmesi mümkün değil.

Sayın hocam, öğretmenlik kutsal bir görevdir. Bu alandaki değerli tecrübelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Öğretmenlik, benim için çok önemli bir yoldu. Üsküp’teki “Nikola Karev” Öğretmen Okulu’ndan mezun oldum. Bu okul, Osmanlı döneminde Fransızlar tarafından açılmıştı. Balkan Savaşları sonrasında eğitim süreci değişse de, ben yine de o okulda öğretmenlik mesleğine adım attım. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra bir burs almak için başvuruda bulundum, ancak şartlar oldukça zorluydu. Yine de ben, bu yolda devam etmeye karar verdim.

Burs almak için karşılaştığınız zorluklardan bahsedebilir misiniz?
Burs alabilmek için gerçekten çok mücadele ettim. Ziraat ya da jeodezi gibi alanlarda burs veriliyordu, ama benim tek arzum öğretmenlik mesleğime devam edebilmekti. Bursu almak için pek çok engelle karşılaştım. Ancak hiç pes etmedim ve sonunda kredi alarak Belgrad’a gittim. Orada Arapça ve Türkçe derslerine katıldım. Fakat, yurt konusunda yine büyük bir sorun yaşadım. Yurt sıkıntısını bir arkadaşım sayesinde çözdüm. O da Üsküplüydü. Bizim durumumuzu fark edince, "Gel beraber kalalım," dedi. Birkaç hafta boyunca birlikte kaldık ve derslerimize devam ettik. O, Arapçayı ben de Türkçeyi çalışarak birbirimize yardımcı olduk.

Hamdi Hoca, Balkanlar’daki Türkçe izlerini araştırırken, kapsamlı sözlük çalışmanızda nasıl bir yaklaşım benimsediniz?
Evet, bu sözlük çalışmasında oldukça kapsamlı bir yaklaşım benimsedim. Balkanlar’daki Türkçenin izlerini derinlemesine araştırarak, birçok kelimenin Osmanlı dönemi ve öncesindeki kullanımını ortaya koymaya çalıştım. Türkçe’nin yerel dillerle etkileşimini incelemek, bu bağlamda Arnavutça, Makedonca gibi Balkan dillerinde yer alan Türkçe kökenli kelimelerin farklı biçimlerde nasıl evrildiğini ve yerel halk arasında nasıl kullanıldığını da araştırdım. Bu çalışmada, kelimelerin nasıl bir değişim gösterdiğini ve halk arasında nasıl yerleştiğini anlamaya çalıştım. Bu çalışmanın kapsamını şu şekilde açıklayabilirim: Kelime derlemesi, Türkçeden Arnavutça, Makedonca, Farsça ve Arapça gibi dillerin etkisiyle ortaya çıkan kelimeleri toplamayı hedefliyorum. Bu kelimelerin nasıl kullanıldığını, halk arasında veya edebi metinlerde nasıl geçtiğini örneklerle sunmaya çalışıyorum. Ayrıca, sözlüğün tamamlanması uzun bir süreç alacak ve şu an düzeltmeler üzerinde çalışmalar devam ediyor. 


Türkçe’nin diğer dillerle etkileşimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türkçe, Balkan dillerinde büyük etkiler bırakmıştı. Bu dilsel etkileşimlerin zamanla yerel dillerdeki kelimelere nasıl yansıdığına dair gözlemlerim, dilin evrimini anlamamız açısından oldukça faydalı. Günümüzde bu kelimeler, halk arasında farklı şekillerde kullanılıyor ve bu da dilin ne kadar dinamik bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor.

Sözlüğün yayımlanma süreci hakkında bize bilgi verebilir misiniz? Ne zaman yayımlanması bekleniyor?
Sözlüğün tam olarak yayınlanmadığını belirtmek isterim. Ancak 3-4 ay içinde tamamlanması hedefleniyor. Şu anda düzeltmeler yapılıyor ve sonunda yaklaşık 100 bin kelimeyi içeren kapsamlı bir sözlük ortaya çıkması bekleniyor.

Gençlere son olarak ne söylemek istersiniz hocam?
Gençlere şunu söylemek istiyorum: Türk milleti zekidir ve çalışkandır. Bu özellik, Türk milletinin tarihsel olarak hayatta kalmasının ve büyümesinin temel faktörüdür. Bu zekâ sadece günlük yaşamda değil, aynı zamanda milletin tarihsel süreçlerinde de büyük bir rol oynamıştır. Atatürk’ün de dediği gibi, Türk milletinin Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmesini ve burada hayatta kalmalarını sağlayan en büyük güç, zekâları ve çalışkanlıklarıdır. Bu özellik, bir zamanlar karşılaştıkları tüm olumsuz koşullardan kurtulmalarını sağlamış ve bugün bu topraklarda varlıklarını sürdürmelerini mümkün kılmıştır. Ayrıca, İslamiyet’in bilime ve öğrenmeye verdiği önemi de hatırlatmak isterim. Unutmayın, Türk geleneğinin derin köklerinden, İslamiyet’in oku çağrısından ve Atatürk’ün ilerlemeye yönelik vizyonundan ilham alarak okumak, milletimizin güçlü bir gelecek inşa etmesinde en önemli adımı atmak demektir.
Prof. Dr. Hamdi Hasan, yayımladığı önemli eserlerle kültürel mirasa büyük katkılarda bulunmuş bir akademisyendir. “Saraybosna Kütüphanelerindeki Türkçe Yazmalarda Türküler” (1987) ve “Makedonya ve Kosova Türklerince Söylenen Atasözleri ve Deyimler” (1997) gibi kaynak niteliğindeki çalışmalarıyla hafızalarda yer edinmiştir. Ayrıca, katıldığı birçok uluslararası kongre ve sempozyumda Türk halk kültürünü ve Balkanlar’daki Türk varlığını akademik camiada başarıyla temsil etmiştir. Prof. Dr. Hasan, Balkanlar’da Türkçenin ve halk edebiyatının yaşayan belleği olarak, akademinin derin izler bırakan mütevazı bilgesidir.
Hamdi Hoca, yalnızca bir akademisyen değil, aynı zamanda bir bilgelik kaynağıdır. Söyledikleri, derinlemesine düşündüren, tarihten, kültürden ve hayattan gelen bilgileri birleştirerek günümüze ışık tutan birer pusuladır. Onunla yapılan bu sohbet, sadece bir bölümüdür; çünkü Hamdi Hoca, her biri ayrı birer hazine değerindeki bilgileriyle adeta yaşayan bir ansiklopedidir. Her konuşmasında yeni bir kapı açar, her anısı, her analizinin ardında daha derin bir evren keşfetmek mümkündür. O, bilgiyle yoğrulmuş, tarihî mirası özümsemiş ve her zaman öğrenmeye açık bir düşünürdür. Bu sohbet, sadece başlangıçtır; çünkü Hamdi Hoca'nın bilgi birikimi ve derinliği, keşfetmeye devam edeceğimiz çok sayıda konu sunmaktadır.
Bu kıymetli buluşmanın gerçekleşmesinde katkıları ve desteğiyle yanımızda olan, Hamdi Hoca’nın değerli kızı Tülay Çako Hocamıza içten teşekkürlerimizi sunarız.
 
Fehmi Skender