Bektaşi devleti kurma çıkışını çok da ciddiye almamak gerekiyor. Suni bir teklifle, hem iç hem dış kamuoyunun oyalanması taktiği bu aslında. Tiran'daki 3-5 bin Baba Mondi taraftarıyla yeni bir devlet/pasaport hikayesi üretmek, gerçekten akıllara ziyan, acziyet görüntüsü veren bir çıkış… Meseleyi Müslümanları, hatta Bektaşileri birbirine düşürme çabasının devamı olarak görmek mümkün. 
 

Dr. Serdar Çam/ Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı

Büyük devletler bu bölgede bölünmeleri pek de severler. Böl, parçala, kargaşa çıkar... Bu coğrafya için ideal bir küresel yönetişim tarzı...

Şimdi de Tiran merkezde Vatikan tarzı bir Bektaşi Devleti kurma hikayesini ürettiler. Daha doğru dürüst Tiran'ın cadde trafiğine, imar yapısına ve yaşam standardının artırılmasına ilişkin şehircilik hizmetleri tamamlanmadan, şehrin içinden, küçük bir mahalleden devlet üretmeye kalkmak..?! Aslında gündeme alınmayacak kadar gereksiz bir konu. Ancak, bir anda etrafta şaşkınlık ile birlikte bir miktar tepkiyle o kadar çok paylaşım oldu ki, bir anda bu satırları kaleme almış olduk.

Bu çıkışı yapanlara "Haydi buyurun kurun şu Bektaşi devletini bir görelim bakalım" demek lazım. Bir ara Barzani'nin aniden yaptığı gibi bir şey. O zaman da etine buduna bakmaksızın ortak büyük müttefikimizin gazıyla iş tutmuş, komşuları ile (Türkiye) bir süre ilişkilerinin bozulmasına dahi neden olmuştu.

Balkanlarda sadece büyük devletler değil, hemen hemen her irili ufaklı ülke bir şekilde varlık göstermek istemiştir. Doğal olarak bazı İsrailli şirketler Balkanlarda ticari bazı yatırımlar yapmakta idi. Bu tür siyasi ve ekonomik ağları ile günümüze kadar çeşitli nüfuz alanları oluşturmuştu.

Doğal dokular kolay bozulmaz

Diğer taraftan, oğul Soros (Alexandre Soros) da bölgede iyi paralar harcamaya zaten devam ermekte. Kim ne kadar bütçe ve çaba harcarsa harcasın, her iş kendi doğal mecrasında ilerler, doğal tarihi akışkanlar mekaniği öyle birkaç yıllık çalışma ile kolayca bozulmaz. Ne kadar ciddi paralar harcansa da doğal dokuları bozma çabaları boşa çıkan hamlelerdir. Bu konuyu en iyi oradaki Bektaşi kardeşlerimiz bilir aslında. 

Eminiz ki bu tuhaf çıkış konusunda en fazla tedirginliğe Mondi Baba ve aklı başındaki tüm Arnavut Bektaşileri düşmüştür. Çoğu; "şimdi bunun ne gereği vardı?" sorusunu sormuştur bile.

Bu işe öncülük edenlere; "Ne Vatikan'ı, ne devleti, ne pasaportu?" diye sormak lazım. Hiçbir karşılığı olmayacak, Balkanlarda Bektaşiliğin iyice yok olup gitmesi riskini dahi getirecek saçma bir çıkış olduğu ortada.

Gözleri Ortadoğu'dan uzaklaştırmak

Büyük ülkenin birindeki aklıevvel birinin Tiran'daki siyasi iradenin kulaklarına sufle edilen böyle bir saçma hikâyenin esas amacının aslında sırf Müslümanlara mesaj vermek için (belki de özel olarak Türkiye'ye yönelik) yapıldığını herkesin rahatlıkla görebileceği bir çıkış. Tuhaf adımları atmaya devam ediyorlar. Maksat tartışmaları ve dikkatleri oraya çekip başkaca işleri kotarabilmek (En azından Ortadoğu'dan gözleri uzaklaştırmak). Kaç asırlık geçmişi olan; köklü askeri, siyasi ve ekonomik gücü bulunan (dünyanın en büyük fonlarını yöneten), 2.5 milyarlık Hristiyan dünyasının simgesel devletini örnek göstermek bile başlı başına bir nevi Bektaşileri hafife alma ve Balkanlarda yok etme çabasıdır.

İsrail dahil bazı ülkelerin oralara kadar uzanıp, görüntü vermeye çalışması, birtakım birliktelik mesajları verip, sosyal medyada paylaşımlar yapması anlaşılabilir ucuz bir kurgudur. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar Ortadoğu'da kanlı ellerini yüzlerine bulaştırdıklarını, beceriksizliklerinden dolayı ortalama bir devlet kapasitesine dahi ulaşamadıklarına dair gerçeği perdeleyemezler.

Akılları sıra; "Şu Balkanları dahi biz yönetiyoruz!" mesajları vermeye çalışsalar da kimseyi etkilemeleri artık asla mümkün olmayacak. Diğer taraftan Türkiye gibi pek çok ülke ile dostane ilişkiler geliştirip, aynı potada tutarak idare etmeye çalışan, kimse ile kötü olmamaya özen gösteren Arnavutluk Başbakanı Edi Rama'nın pek çok konuda eli kolu bağlanmış durumdadır. Çeşitli güç odaklarının baskıları karşısında kendisine yapılan dayatmalarda güç ve denge hesabı yaparak yaklaşması sonucunda; çeşitli büyük devletlerin teo-politik çıkışlarına karşı reel-politik yaklaşımlar sergilemek durumunda kaldığını görüyoruz. (FETÖ'cü Diyanet Reisini halen görevde tutuyor olması gibi). Herkes ile arasını iyi tutmaya çalışan bir Tiran yönetimi olarak çevresindeki siyasi ve ekonomik tüm çıkar merkezlerinin baskılarına karşı iyi bir denge kurabildiği sürece hükümette kalabilme imkanına sahiptir. Coğrafyanın tarihine ve günümüzün genel güç dengelerine bakıldığında bu yaklaşımı da bir ölçüye kadar anlayışla karşılamak mümkün.

Sözde ayrı bir Bektaşi devleti kurma çıkışını çok da ciddiye almamak gerekiyor. Suni bir teklifle kamuoyunun oyalanması taktiği olarak görülmesi icap ediyor (iç ve dış siyaset). Bölgede yaşayan toplamda 150-200 bin Bektaşi varlığına bakıldığında, diğer inanç gruplarında da olduğu üzere önemli bir kısmı meseleye dini olmaktan ziyade, kültürel bir aidiyet olarak bakıyor. Zaten yeni nesillerin dinle diyanet ile aidiyeti de giderek sınırlı düzeylerde kalmaya devam ediyor (maalesef). Tiran'daki 3-5 bin bilinçli Baba Mondi taraftarıyla yeni bir devlet/pasaport hikayesi üretmek, gerçekten akıllara ziyan, acziyet görüntüsü veren bir çıkış... Müslümanları, hatta Bektaşileri birbirine düşürme çabasının devamı olarak görmek mümkün.

Böyle bir çıkış adeta asırlar sonra bir intikam alma çabası olarak görülmesi muhtemel bir eylemdir. Batı'da İslam'ın yayılmasında Bektaşilerin en öncü rol oynadığı tarihi gerçeğinden hareketle bir nevi Batı, Bektaşiliği cezalandırılmak mı istiyor acaba? Bu konunun özellikle bir de BM Genel Kurulunda gündeme alınması ise ayrı bir trajikomik durumdur.

Son olarak, bu çıkışı fazlaca ciddiye alıp değişik ortamlarda gündeme getirmenin hiçbir anlamı yok. Hatta gereğinden fazla verilecek bir tepki sayesinde bu işi organize edenler, kendilerine gereğinden fazla anlam yükleyip, değişik havaya bürünebilirler. Tabii ki İslam ülkelerinin kardeşlik hukuku gereği Tiran ile (en başta Diyanet İşleri Başkanlığımız olmak üzere) birtakım girişimlerde bulunmasında fayda vardır. Ancak, konunun kitlelerce köpürtülmesinin hiç gereği yoktur. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere böyle bir "devletçiği" kurup başlarına iş almak isteyenlere, dostları olarak biz doğruları hatırlatırız, sonra günah bizden gitmiş olur. "Kendi düşen ağlamaz" atasözünü her ne kadar hatırlatmak istesek de, maalesef kendi kendilerine de düşmemiş olacaklar. Suflörün isteği ile o tuzağa düşürülmüş olacaklar!

Balkanlarda, Ortadoğu'da ve tabii ki Kafkaslar/Asya'da bizim ülke olarak derdimiz hiç bitmeyecektir. Her an farklı yeni oyunlar ile sürekli karşı karşıya kalacağız. Her şeye rağmen Balkanlarda mevcut olan tüm iletişim kanallarımızı açık tutmaya devam etmeliyiz (her dinden ve etnisiden), her çeşit grupla yakınlaşmaktan vazgeçmemeliyiz. Tarihimizde olduğu üzere her an o ülkelerdeki tüm nüfuz alanlarımızı iyi muhafaza etmeliyiz. Sadece dostlarımıza değil, aramızın bozulmasına teşvik edilen, düşmanlaştırılmak istenen ülkelere de bütüncül bir bakışla bakmaya ısrarla devam etmeliyiz. Balkanların başkentlerindeki büyük devletlerin elçilikleri üzerinden yürüyen siyasi nüfuz ve kararların alınmasına karşı, farklı inanç gruplarından kardeşlerimiz/soydaşlarımız/yandaşlarımız veya yoldaşlarımızla, bize doğal yakınlıkları olan tüm halklarla muhabbetimizi artırmalıyız. Bölgedeki diplomatik misyonlarımızın başarı grafikleri her geçen gün daha da artmaktadır. Diğer ülkelerin icraatları ile tatlı bir yarış içinde olmaları çok değerli bir zenginliğimizdir.

Merkez Avrupa'ya göç sorunu

Türkiye'nin uzman diplomatları artık dünyanın her bir köşesinde olduğu üzere Balkanlarda da diplomasinin tüm becerilerini özenle sergilemektedir. Bölgedeki yatırımlarımızın, şirketlerimizin sayısı daha da artmalıdır. İstihdam imkanlarını, ekonomik kazanımları veya diğer tüm imkanları bölge halkı ile paylaşan ağırlık noktalarımız daha da çoğalmalıdır. Kırsal kalkınma faaliyetlerimiz o bölgelerde geliştirilmeli, ziraatçilerimiz oralarda daha fazla yatırımlar yapabilmeli, araziler kiralayıp ziraat ve hayvancılık alanında üretimi artırmalıdır. Şehirlerde okumuş gençlerin iş bulamamaları nedeniyle birer birer merkez Avrupa'ya kayması, Balkanların geneli açısından büyük bir problemdir. O gençleri bir şekilde kendi ülkelerinde tutmanın yolları bulunmalıdır. İlla göç edeceklerse, onları Avrupa yerine direkt İstanbul'a çekebilmeliyiz, uluslararası faaliyetleri yürüten şirketlerimize yerleştirebilmeliyiz. 2-3 lisan bilen, Balkan insanını Avrupalılar hızla kapıp uhdesine alıp, bir süre sonra da sistemine kolayca entegre edebilmektedir.

Velhasıl Balkanlarda baş gösteren her sorunun çözümünde Türkiye'nin tek başına yetişmesi mümkün değil. Ancak, Balkanlardaki tarihi mirasımızın muhafazasına devletimizin ve dolayısıyla milletimizin kayıtsız kalması mümkün değil. Cumhurbaşkanımız 22 yıldır Balkanlara yönelik yüzlerce siyasi, ticari, ekonomik ve sivil toplum hamlesine önderlik etti. Ancak, tüm küresel oyuncuların at koşturduğu bu küçük ama dünyanın çok önemli coğrafyalarından birinde her vatandaşımızın yapacağı ciddi vazifeler bulunmakta.

Evlâd-ı Fatihanı hiçbir an unutmamak dileğiyle...

Star gazetesi