Pagaruşa, Kitka Dağları’nın serin yamaçlarında saklı kalmış, doğayla iç içe, huzur dolu bir köydür. Yüzyıllardır aynı topraklarda yaşayan halkı, geleneklerine bağlı, misafirperver ve çalışkandır.
Pagaruşa’daki köy camisi, geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan, köyün manevi kalbidir adeta. Zamanla yıpranan bu mütevazı ibadethane, halkın el birliğiyle yeniden hayat bulmuştur. Köylüler, büyük küçük demeden maddi manevi destek olmuş, kimi emeğini koymuş, kimi harçlığını biriktirip bağışlamış. Birkaç ay süren bu yenileme sürecinin sonunda, cami hem tarihî dokusunu koruyarak hem de daha sağlam bir hale getirilerek ibadete açılmıştır.

Pagaruşa’da cami sadece ibadet edilen bir yer değil, aynı zamanda bir ilim ocağıdır. Köydeki çocuklar, belli bir yaşa gelince ellerine elifba alır, caminin avlusunda ya da içeride diz çöküp okuma öğrenmeye başlarlar. Hoca efendi, çocuklara sabırla harf harf öğretir: elif, be, te... Sesler birleşir, kelimeler oluşur, derken Kur’an okumaya geçilir.

Özellikle yaz aylarında cami çocuk sesleriyle dolar. Sabahın erken saatlerinde başlayan dersler, öğlene kadar sürer. Çocuklar küçük minderlerin üstüne oturur, önlerinde tahtadan rahleler, ellerinde elifbalar. Kimi bazen harfleri karıştırır, kimi hızlı öğrenir ama hepsi büyük bir istekle oradadır. Çünkü Pagaruşa’da Kur’an okumak, hem bir gelenek hem de bir gurur meselesidir.
Hoca, her çocuğun ilerleyişine göre özel olarak ilgilenir. Yanlış okuyanı tebessümle düzeltir, doğru okuyana ise küçük övgüler verir. Ders bitince bazen caminin bahçesinde oyun oynanır, bazen köylü çocuklara ceviz, elma, bazen de bir parça şeker ikram eder.

Caminin duvarları bu çocukların dualarıyla, hevesiyle, masum sesiyle yoğrulur. Her nesil bir öncekinden öğrenir; elifba ellerden ellere geçer, Kur’an sesleri nesilden nesile yayılır. Ve her çocuk, orada öğrendiği ilk harfi, ilk sureyi, bir ömür boyunca unutmaz.

                                                                                                                     Nazar ARSLAN