Balkanlar’ın dingin rüzgârlarında savrulan kelimeler, onun kaleminde şiire dönüştü. Üsküp’te doğan Biba İsmail yalnızca bir şair değil; çok yönlü bir entelektüel, bir dil taşıyıcısı, bir kültür elçisidir. Modern Makedonya Türk şiirinin öncü kadın şairlerinden biri olan Biba İsmail, edebiyat yolculuğunu hem akademik birikimiyle hem de içsel derinliğiyle besleyerek sürdürüyor.

 

“Kiril ve Metodi” Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi aldıktan sonra Venedik’te Türkçeyi okutmak üzere çıktığı yolculuk, onun dünya edebiyatına açılan kapısı oldu. Gazetecilikten yöneticiliğe, tiyatrodan uluslararası şiir festivallerine uzanan yaşam serüveni boyunca Biba İsmail, her zaman şiirin kıyısında, kelimelerin özünde bir hayat kurmuştu.

Onun şiirlerinde yalnızlık sakince oturur; kadınlar ise suskun bir çığlıkla hayatı sorgular. Aşk, acı, yoksunluk ve arayış — Biba’nın dizelerinde sıradan kelimelerle değil, derin duyuşlarla hayat bulur. Az ama öz yazdığı eserleriyle hem Balkanlar’da hem Türk dünyasında bir kadın sesi olarak yankı uyandırmış, aldığı uluslararası ödüllerle bu sesi evrensel bir çerçeveye taşımıştır.

Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz sohbet o kadar hoş ve derindi ki, keşke bunu sadece yazılı metin olarak değil, bizzat şahitlik ederek de yaşayabilseydiniz...

 

 Şiir sizin için ne zaman bir ihtiyaç oldu?

Ben şiirle hep alışılagelmiş bir şekilde cevap verirler, çocukluk yaştan veya ilkokuldan başladım. Hayır, ben şiirle üniversite yıllarımda başladım. Neden, nasıl sorarsanız? Ben çocukluğumdan, annemin bir zamanlar "baskı"sı altında, sonradan belirli yaştan bir ihtiyaç, sevgi, hobi mi diyeyim... Kitap, hayatımın bir parçası oldu. Bu birikimi ben şiir yazıp değerlendirebilirim, dedim ve şiir dünyasına adımlarımı attım.

 Gazetecilik mi, edebiyat mı sizi daha çok dönüştürdü?

Gazetecilik yalnız bir meslekti bir dönemler. Edebiyat, özellikle dünya edebiyatı ve daha sonra Türk edebiyatı, hayatımda çok etkisi oldu. Önce farklı kültürleri tanıma fırsatım oldu; zihinsel geliştirme, dil konusunda ve terminoloji yazma becerileri, hayal gücüm gelişiyor, geçmiş ve günümüzü tanımak, duygularımı ifade ediyorum, hoşgörüyü öğrendim, ülkemiz dışında ülkeler hakkında değişik bilgiler edindim. Edebiyat bir kılavuz halatıdır ve dünyaya açılan bir penceredir.

 "Yalnızlığa Bakan Pencere"yi yazarken en çok neye baktınız: içe mi, dışa mı?

Yalnız bir insan evde olunca, belirli bir zaman sonrası mutlaka pencerenin önünde durup dışarıya bakar. Elini pencere kanadının mandalına dayarsın ve dışarıyı izlersin. Dışarıda, duygusal durumuna göre insanlara bakarsın; karşıdaki apartmana, o anki mevsime göre doğaya... Ben bu tüm biriken pencereye bakışlarımı bir duygu geçidi ile insanlara baktım ve ilk, ikinci ve üçüncü kitabıma duygu, düşünce ve hayalimle şiirler yazdım. Kitaplarda söz konusu kadındır. Penceremden gördüğüm kadınlardır. Hayal gücümle dışta var olan kadınlara bakınca, herkesin anlayacağı bir dilde, bu topraklarda yalnız insanların günlük duygularını — aşk, ayrılık, acı, ıstırap, çaresizlik, anlaşılmama, başkası için yaşama, duygularını dile getirememe ve… ve kısaca kendi yalnızlığının çemberini kıramayan birtakım yalnızlar, bahtsızlar ve iradesizleri konu ediyorum.

Kadın karakterlerin – Huriye, Ramize, Banu – ne anlatıyor bize?

Bu kadınlar, her yerde ve her dönemde karşımıza çıkabilecek kadınlardır. Evlerin
içinde sıkışıp kalan Huriye, gecenin koynunda unutulan Ramize, başka birinin hayalinde
kaybolan Meryem.. Hepsi aslında bir bütünün parçalarıdır. Kadının görünmeyen
dünyasıdır bu. Hayalleriyle yaşayan, sevilmeyi bekleyen, ama çoğu zaman susan ve içe
gömülen...

 Şiirlerinde aşk neden hep ulaşılmaz ya da yaralı bir hâlde?

Aşk, bana göre bir sır küpü. Ne zaman peşinden gitsem, başka sorularla
karşılaştım: Arayan kim? Aranan ne? Kalp başka bir şey ister, akıl başka bir yola çeker.
Aşk, bazen sadece bir duygusal örselenmeden ibarettir. Umutlar buluşmaz, düşünceler
örtüşmez. Aşkta düşünceye yer yok derim hep… Sadece his vardır, ama o his de çoğu
zaman kırık, eksik ve yorgundur... Ben onların gözlerinden yaşadıkları hayatı gördüm,
onların suskunluğunda şiiri buldum.

 Şiir bir kimliği taşıyabilir mi?

Taşıyor. Şiir yazanlar, o anki durumuna göre duygu ve düşüncelerini temsil etmek için imgeler ve semboller kullanır. Şairin dünya görüşü, şiirlerinde tema olur. Kendi üslubunu, kullandığı kelime ve terminoloji ile okuyuculara kimlik sunar. Her şiir yazan kişi şair değildir derler, ama duygulardan arınmak için şiir yazmak, kanımca en doğru yoldur - kalemi tutmayan kişiler için bile. Arınmak ne demektir? Bir şeyi veya birini saf, temiz ve kötü etkilerden kurtarmak anlamına gelir. 

Şiirlerinde okuyucuyu nereye çağırıyorsun, Biba?

Kendi iç bahçelerine... Sessizliklerine, düşlerine, kırılmışlıklarına... Beni anlamak isteyenler, kendi sessizliklerine kulak vermelidir. Çünkü söz, yalnız duyabilenlerindir. Aşkın, yalnızlığın ve iç dünyanın şiirinde herkes kendi gölgesini görebilir. 

Biba İsmail’in şiirleri sadece okunmaz; hissedilir, içten içe yaşanır. Her dizenin ardında bir kadının, bir yalnızın, bir arayışçının gölgesi belirir. O, kelimeleriyle hem kendini hem başkalarını iyileştiren nadir şairlerden biridir. Onun şiirlerinde bazen bir kahve fincanında geleceğin hayalini kuran bir genç kız, bazen bıçağın gölgesinde dans eden bir hayat yolcusu çıkar karşımıza. Ama her defasında, Biba’nın kaleminde insanın iç sesi duyulur. Biba, bir sır gibi şair. Yapmış olduğumuz bu röportajı gerçek anlamda kavrayabilmek için onun şiirlerini okumanız gerekir. Bir an önce Biba’nın şiirlerini okumanız dileğiyle, bu özel söyleşimizi burada sonlandırıyoruz.

 

Şiiri bir pencere, sözü bir yankı, duyguyu bir iz gibi taşıyan bu zarif kaleme saygıyla...

 

Fehmi Skender